Geri

Neden kolaydır izah edelim

Eskiden, Sayın Sadettin Teksoy’un bütün gün fragmanlarla verilen ve gerçekten cangıl yani vahşi ormanda bir yamyam kabilesinin hayatıyla ilgili bir programında, Teksoy ve kameramanı vahşi ormanda üstlerinde 2 parça elbiseden başka bir şeyleri olmayan şimdi değil ama eskiden yamyam olan bir kabileyi incelemek için kabile içine giriyorlar.

Herkes merak ediyor. Karşılarına kabile şefi çıkıyor. Buraya kadar her şey normal ama asıl normal dışı olan veya benim dikkatimi çeken şey Sadettin Teksoy İngilizce; “Will you eat us?” yani; “Bizi yiyecek misiniz?” diye sorunca yamyam kabilesi şefi;  “no” diyor ve İngilizce konuşmaya devam ediyorlar.

Düşünün kendi dilleri bile ancak birkaç bin kelimeyi geçmeyen bir halk milyonlarca kelime ve referansın olduğu (merak edenler Oxford sözlüğünün arkasını okuyabilir) İngilizceyi en azından birçok halkın cesaret edip öğrenip karşısındakiyle konuşamayacağı derece ve düzeyde öğrenmiştir.

Peki bu nasıl oluyor?

Biz dahil birçok dilde olmayan ve filmlerde de gördüğünüz ve İngilizcenin kendi içinde de olan “spell it”  yani “hecele” diye bir söylem vardır. Biz hecele deriz ama harf harf söyle de diyebiliriz.

Örneğin; iki kişi konuşurken bir kelime geçince biri diğerine bunu söyler. Peki Türkçede bir sarhoşun sohbeti dışında hangimiz şimdiye kadar Türkiye’de yaşayan birine söylediğin kelimeyi harf harf kodla demişizdir?

Bu son günlerde moda olmuştur. Çünkü hepimiz bazen “gidiyorum” değil “gidiyom” ,  “yanlış” değil “yanlış” veya “yalnız” değil “yalnız” deriz. Veya bazı kelimeleri hızlı söyleyenler vardır vs vs. Ama bunlar dışında anlamadığımız kelime yoktur.

Neden Eskimosundan Afrikalısına, Çinlisinden Rusuna kadar herkes İngilizceyi öğrenmektedir de bu ülkemizde hala bir sorundur? Deniyor ki “yaşanan yere gitmek gerek”. Peki “kaç Eskimo İngiltereye gitme şansına sahiptir?” Kaç Zimbabveli kaç Çinli Amerikaya gitme şansı elde eder.

Bazıları diyor ki “her dil dünyada iletişim için kullanılabilir.” Bunun böyle olmadığı gün gibi ortada değil midir? Çince Çin dışında, Rusça Rusya dışında vs nerede iletişim aracıdır?

İngilizce, dil kolonizmini en iyi uygulayan dillerden olmuş, her dilden kelime almıştır. İngilizceye İspanyolcadan giren ve İngilizcenin benim dediği 60000(altmış bin) kelimelik bir sözlük vardır. Geçen yazıda Prenses Diana’nın hayatıyla ilgili olay ve olguların prenses ölene kadar İngilizceye 5000(beş bin) kelime kattığını söylemiştim. Bunu kafaya takanlara Oxford’un 12 ciltlik sözlüğünü açıp bakmalarını tavsiye ederim. Tabii gazetelerin verdiği bedava sözlüklerden başka sözlük olup olmadığını bilmeyenler için bu söz ne anlama gelir bilmem.

Türkiyedeki en büyük sorunlardan ikincisi bir müfredat eksikliğidir. Bu asla bir yöntem ,metot vs sorunu değildir.

Eskimoluya uyan müfredat Afrikalıya uymaz ona uyan Rusa uymaz hepsine uygun gelen bize uymayabilir. Türkiyedeki İngilizce müfredatları ana dili İngilizce olanlara göre oluşturulmuş müfredatlardır. Bizim düşünce sistemimize ters müfredatlardır.

Bu yüzden dünyada olmayan ve kimsenin inanmadığı uykuda öğrenme veya hipnozla öğrenme veya hafıza teknikleriyle öğrenme şeklinde sanki bu iş emek işi değil de saçma metot meselesiymiş gibi empoze edilmektedir.

Şimdi bu yöntemleri tek tek inceleyelim.  İsteyenler bu işi yapanların sitelerine de bakabilirler bu yöntemcilerin.

Uykuda öğrenme: Bir kere uyku modu insan hayatında yarı ölüm denebilecek bir evredir. Yani bilinç normal hayattaki haline göre iptal olmuş haldedir. İngilizcede bile bizim “kahvealtı” yani “kahvaltı” dediğimiz kavram, “breakfast” kelimesiyle ifade bulmaktadır. Bunu “break” ve “fast” olarak ayırırsak“fasting” İngilizcede “oruç tutmak” demektir. “Break fast” ise “oruç açmak”demektir. Elbette ki bizim ki gibi veya en azından Yahudilerdeki gibi değil ama bir nevi oruç açmaktır. Yani en az 8 saatlik bir yarı ölüm halinden sonra uyanıp yemek yemektir. Uykuda bütün faaliyetler durmuş haldeyken öğrenme gibi tamamen bilinç isteyen bir eylem nasıl olur da olabilir?

Ve nasıl olur da güya uykuda verilen bilgi bilinçaltından çekilip uyanık haldeyken fonksiyonel olarak kullanılabilir. O zaman herkes tıp mühendislik hukuk vs kitaplarını cd lere aktarıp uykuda öğrenip doktor avukat mühendis olsun öyle değil mi? Sabaha kadar uyuyayım sabah gidip anatomi sınavını geçeyim sabaha kadar uyuyayım ve sabah gidip termodinamik dersini geçeyim.

“Uyuyayım” derken bazıları yazdıklarımı karmaşık buluyormuş yani uyurken aynı zamanda sözde uyku metotçularının cdlerini dinleyerek uyuyayım demek istiyorum. Ben bu metodu inanın akıl almaz ve mantık dışı buluyorum. Mantığını açıklamak isteyen veya bu yolla dil öğrenen varsa bilmek isterim. Ve böyle yöntem uygulayanların bırakınız dil öğretmeyi kendi ana dilimizde bir Nasreddin hoca fıkrasını bile anlatamayacaklarını iddia ediyorum.

Hipnozla öğrenme: Bu da saçmalığın daniskası güya yöntemlerdendir. Zaten bazı hipnozcuların bilgisizlikten ve cahillikten uyuttukları kişileri uyandıramadıkları görülmektedir. Bu da bir nevi uyku modu gibi bilinç dışı bir konumda öğrenme gibi bilinç isteyen bir eylemin güya yaptırılması saçmalığıdır. Yine iddia ediyorum ki hipnozla dil öğrettiğini iddia edenler Türkçede bir Nasreddin hoca fıkrasını öğretsinler ben bir daha İngilizce kelimesini ağzıma almayacağım.

Hafıza teknikleri: Hafıza teknikleri ülkemizde 2000 yılından sonra türemeye başlayan bazı fırsatçıların saçmalıklarından başka birşey değildir. Hafıza çivileri varmış ve çivi çakarak insanları tedavi etmekten dil öğretmeye kadar yelpazesi maşaallah çok geniş olan faaliyetler yapıyorlarmış. Dünya hafıza şampiyonu olmak ayrı şey ki bu kişisel bir başarıdır herkesi bu hale getirmek ayrıdır. Örneğin bu yöntemle “chasm” yazılan ve Türkçede artikülasyon olarak ”kezım” diye telaffuz edilecek bir kelime şöyle öğretilmekteymiş: Kazım diye biri bir gün yolda giderken ayağı yoldaki bir yarığa takılır ve ayağını burkar. hmmmm evet demekki “kezım” yani “kazım” telaffuzuna sahip olan kelime “yarık”tır.

Şimdi İngilizce bir kelime için Türkçede kaç kelime heba edildi bakalım. Tam 15 kelime evet bir kelime için 15 kelime.

Peki her İngilizce kelime için Türkçede bu kadar kelime telef edersek nasıl kelime öğrenebiliriz? Ve asıl sorun diyelim ki bu yöntem faydalı olsun kaç kişi bir kelime için 15-20 kelimelik cümleler kurup sadece tek kelimeyi öğrenme gayretine girer? Bir an için hafıza tekniği olduğunu düşünelim ve bunun dil öğrettiğini düşünelim. O zaman bu işi yıllardır yapanlar sizce dünyada genel geçer olan tüm dilleri öğrenemez miydi? Ben bu yöntemin savunucusu olsam örneğin 20 senemi versem bu yönteme her yıl bir dili öğrenirdim. Oysa ben bu kişİlerin İngilizceyi bile ancak bildiklerini düşünüyorum.

Kelime öğrenmenin tek yolu literatür taramaktır. Lütfen düşünün ülkemiz dahil dünyanın her ülkesinde herkes ülkelerinin milli eğitim potasına göre lise son sınıfa kadar aynı dil potasından çıkmaktadır. Ülkemizde de herkes lise son sınıfa kadar aynı Türkçeye hakimdir ve üniversiteye girince 6 sene sonra terimlere aşina olarak doktor 4 sene sonra avukat 4 sene sonra mühendis vs olmaktadır. Hangi lise öğrencisi lisedeyken mekanik termodinamik envanter bilanço anatomi bilgisine sahiptir? O yüzden ne kadar okursak dilde o kadar ilerleriz sürekli literatür taramak gereklidir.

Hele dilciler için bile başkalarının okumadığı hatta kendi anadillerinde okumadıkları konularda bile literatür taramaları gereklidir.

Bazı kuruluşlarda olduğu gibi öğrencilerin ceplerine kağıt doldurtup dalga geçer gibi içinde güya kelime yazan kağıtları derste birbirine attırarak kelime öğretilebilir mi? Kelime kartları ne demektir? İnsanları önce okumaktan soğutup sözlükle haşır neşir olmaktan soğutup birtakım saçmalıklarla kelime öğretme hokkabazlığının nesnesi yapmak günah ve ayıp değil midir?

Kendine dilci diyen bazıları bile ben neden tıpla ilgili okumak zorundayım diyorsa söylenecek söz kalmamıştır.

Ben yirmi yıldır bir dil müfredatı uyguluyorum sürekli güncel olan kelime ve terimlerle donanımlı bu müfredat. Şimdiye kadar 4000(dörtbin) e yakın öğrencisi olmuş bir müfredattır. Sadece ben olduğum için bu kadar ancak olabilmiştir. Bazıları çıkıp bunun da hesabını yapmak isteyebilir. Şu anda 300 öğrencim vardır. Bırakın tek kişinin hoca  olduğu bir kurumu acaba kaç dersanenin bu kadar öğrencisi vardır? Benim bu anlamda 20 sene önce ders verdiğim öğrencimin bile kayıtları devamlılığı devamsızlığı aldığı puanlar verdiği raporları vs durmaktadır. Ben üç şey istiyorum katılımcıdan birincisi derslere devamlılık sanırım hakkımdır ikincisi ders raporları insanda kısa ve uzun süreli hafıza vardır. Sadece derse girmek kısa süreli hafızaya almanızı sağlar tekrar edip uzun süreli hafızaya almanız gerekmektedir. Bu yüzden biz katılımcıdan her dersin raporunu bir sonraki ders isteriz. Üçüncüsü biz her aşamada performans değerlemesi (bazıları değerlendirmesi diyor) yapıyoruz. Bunun için quiz dediğimiz 50-80 tane arasında her konudan sonra küçük sınavlar yapıyoruz ve bu sınavlarda geçme notu 85 tir.

Yani bitiren herkes İngilizceyi 85 ortalamayla bitirmektedir. Ondan sonra girecekleri bir dil sınavından en az 70 almak devede kulak memesi bile değildir bırakın kulak olmayı. Bu anlamda Türkiyedeki dil programı veren ve bir sınavda 70 vaadeden bazı yerlerin kendi sınavlarında öğrenciyi, hangi notla geçtiğinde o konuda başarılı kabul ettiklerini araştırın lütfen.

Ben genel pedagojik yöntemlerden tam öğrenme kuramını dil öğretimi yöntemlerinden çeviri artı bilişsel yöntemini karşılaştırmalı dil bilim kuramlarına göre uyguluyorum bu yıllardır böyle.

Şimdi benim teklifim şu; madem ki bu olay yani İngilizce kangren olmuş sorunu bir olgu, artık o zaman uzmanların ve noterin huzurunda sadece Türkçe bilen hayatında İngilizce görmemiş 12 şer kişilik gruplara, seçilecek bir derslik ortamında bir binada uzmanların da kontrolünde 8 ay boyunca ders verilsin. Ve bu dersleri Türkiyede kendine güvenen tüm yöntem sahipleri tüm kurumlar katılımlarıyla hem de kendi yöntemlerinin de bir teyidi, onayı olacak şekilde versinler. Ve 8 ay sonunda her yöntem ve müfredat vs sahibinin grubu dünyada herhangi bir dil sınavına veya konuşma okuma anlama ve yazma düzeylerinde her türlü sınamaya tabii tutulsun. Ve ülkemiz için gerçekten en iyi yöntem seçilsin diğerleri tarihe geçip yerlerini alsınlar.

Benim bir hayalim var lisede sene sonunda öğrenciler hani ders yılı sonu çalışmaları yaparlar ya hani bazıları bilim deneyi yapar icatlar yapar halı örer başka işler yaparlar ve bunlar sergilenir. Hayalim şu; bir dil müfredatı düşünün ki lisede seçmeli ders olarak verildiğinde bu dersi alan bir öğrenci örneğin Ayşe isimli bir öğrenci 400 sayfalık bir tıp kitabını çevirmiş. Ali isimli bir öğrenci 350 sayfalık bir sosyoloji kitabını çevirmiş. Ahmet isimli bir öğrenci Kpds sınavına sokulup daha lisedeyken 80 almış ve sonuç kağıdını sergiliyor.

Bir Türkiye vatandaşı için İngilizcenin hayatının amacı değil başka amaçları için araç olacağı bir ülke hayal ediyorum. Lütfen yukarıdaki teklifimi halkın desteğiyle de isteyen her kurumun ve kişinin kabul edip kendi insanına bir fayda olsun diye bu yarışmaya katılmayı kabul etmesini istiyorum ne kaybederker ki öyle değil mi? Şimdi bazıları çıkıp hangi zan olduğu belli olmayan tavırlarıyla reklam mı yapıyorsun? yazacaktır hayır reklam yapmıyorum ihtiyacım da yok veya bir an için bu olayı reklam diye düşünsek de asıl düşünülecek olan sadece benim için mi herkes için bir reklam olamayacak mıdır? Ayrıca iyi bir sistemin reklamının yapılıp halka tanıtılması iyi olmayanların ayıklanması ne kadar kötüdür ki.

Türkçeden İngilizceye cümle kurmak İngilizce konuşmak İngilizce yazmak demektir. İngilizce o kadar kolay bir dildir ki aklınıza gelen her şeyin İngilizcesini hemen kurabilirsiniz ve buna önce kelime sonra kelime grubu ve en son da cümle düzeyinde başlarsanız ve böyle devam ederseniz karşınıza gelen herkesle her konuda İngilizce konuşursunuz. Yeter ki kafanızda oluşturduğunuz fikri hangi cümle yapısına plase edeceğinizi veya yerleştireceğinizi bilin.

Bizler kafaları tamamen boş İngiliz çocukları değiliz. Yıllardır kafasında dil merkezi soyut somut her şeyi Türkçe dilinde kodlamış her şeyin karşılığının Türkçede yer aldığı insanlarız. O yüzden soyut somut bir obje veya kavram düşünüldüğünde aklımıza hangi dilde kodlandıysa o dildeki kelime karşılığıyla gelir. Düşünmek budur. Düşünme süreci budur işlemesi budur.

Ben burada objektif kriterlere dayalı savlar ortaya atarken bazıları çıkıp kafayı bir cümleye takmakta ve okuyanları da olaydan uzaklaştırmaktadır. Madem ki bu iş sistem işi ve ben hatalıyım o zaman neden kamuoyu önünde her şey ortaya çıksın haklı haksız tabiri caizse dürüst olan olmayan ortaya çıksın diye sadece ben uğraş veriyorum.

Geçende internete filtre konusunda sokaktaki vatandaşla görüşme yapılıyor tv kanallarında. Bir üniversite öğrencisi aynen şöyle bir cümle kurdu; “Biz her şeyi internetten öğreniyoruz. İnternet olmazsa çok kötü olur yani ne yapacağız kitap mı okumak zorunda kalacağız?!!!” bu çok acınası bir durumdur.

Dil öğrenmek zihni faaliyetleri de geliştiren bir aktivitedir. Aklınıza gelen her fikri İngilizce dilinde kurmak istemez misiniz?

Bir yabancıyla tanışmanın ötesine geçip her konuda konuşmak istemez misiniz? Her konuda okuyup anlamak istemez misiniz?

İngilizce yazılmış bir kitaptan belkide Türkçede öğrenemediğiniz katlı integraller fonksiyon konusu genetikle ilgili bir konu muhasebe bilgisi kazak örme teknikleri en basitinden bir aletin nasıl çalıştırıldığıyla ilgili kullanım kılavuzunu okuyarak ne kadar basit ve anlaşılır anlatıldığını görebilirsiniz. Türkçeyi bile İngilizce yazılmış bir kitaptan daha iyi öğrenirsiniz.

Maalesef bu böyledir. Amerikalılara Türkçe öğretmek yazılmış bir kitap geçti elime. Türkiye’de pek kimsede yoktur ama ben herkese dağıtıyorum. İnanır mısınız kitap İngilizce ama okurken tam tersini düşünün Pandoranın kutusu gibi. Bir kere adamlar bizden iyi Türkçe biliyorlar ikincisi İngilizcede Türkiye’de ne kadar yanlış bilgi aktarımı olduğunu bu kitapta daha iyi görebiliyorsunuz. Bazıları buna da itiraz edeceklerdir ama görünen köy kılavuz istemez.

İngilizcede çeviriye ilk başlayanlar için her satırbaşında karşısına bilmediği kelime gelmesi insanı olaya karşı soğutur. Şöyle basit bir yöntem izleyebilirsiniz.

Örneğin diyelim ki bugün 10 sayfa okuyacağım diyorsunuz. Önce bu 10 sayfadaki bilmediğiniz kelimeleri çıkarın sonra kelimelerin anlamlarını bulun.

En son da bir elinizde kelimeler bir elinizde metin Türkçe okur gibi okursunuz. Siz aynı literatürde 500 sayfaya yaklaştıkça bilmediğiniz kelime sayısı sayfada 1 kelimeye 1000 sayfaya yaklaştıkça aynı literatürde bilmediğiniz kelime sayısı 5 sayfada 1 kelimeye 5000 sayfayı geçince 10 sayfada 1 kelimeye düşer. Ne kadar bu şekilde literatür tararsanız her literatür için 5000 sayfa sonra bilmediğiniz kelime sayısı 10 sayfada 1 kelimeye düşer. Çünkü dünyada her literatürde kelimeler %90 tekrarlı %10 tekrarsızdır. Bu, uygulamada şu demektir; Eğer ben 1000 sayfalık bir İngilizce tıp kitabının ilk 100 sayfasını sözlükle okursam kalan 900 sayfayı çok rahat okurum demektir. Çünkü bilimsel olarak 1000 sayfalık herhangi bir literatürdeki bir kitabın ilk 100 sayfasında kalan 900 sayfada geçen kelime ve terimlerin % 90 ı geçer demektir.

O yüzden bol bol okuyunuz. Dili yaşamak gerek diyenlere hangi ülkeye gidip ne kadar yaşadıklarını ve yanlarında bir Türke yapışmadan mı yaşayıp yaşamadıklarını sorunuz. Dil okuyarak gelişir. Türkiyedeki İngilizce formasyonlu ve bunu meslek olarak yapanların yüzde doksanı yurtdışı görmemiştir. Görenler de gittikleri ülkede uçaktan iner inmez gidip bir Türke yapışmış aylarca Türklerin içinde yaşamıştır. Gerçek bu iken daha fazla saçmalamanın anlamı yoktur.

Bu ülkede büyük bir İngilizce öğretememe ve sistem çöplüğü olma sorunu vardır. Ben teklifimi bir daha tekrarlıyorum 12 şer kişilik ve hayatlarında İngilizce öğrenememiş veya bilmeyen kişilerden oluşacak gruplara 8 ay boyunca ders verilsin.

Bu 8 ay benim için 100 saattir isteyen istediği kadar versin isterse her gün 4 saat versinler fark etmez. Veya 100 saati ne kadar ay olarak sürede isterlerse verelim öyle değil mi? Şimdi bu yazı çıkar çıkmaz bazı karşı çıkar sahipleri 8 ayı veya 100 saati de dillerine dolarlar.

8 ay sonra veya süre neyse artık bitince her gruptan öğrenciler oluşturulacak uzmanlar kurulu önünde her türlü sınava tabii tutulsun veya dünyadaki herhangi bir dil sınavına veya sınavlarına sokulsun. Ve hangi müfredat tam başarıyı elde ediyor görelim lütfen.

Şimdiye kadar gerçekleşen şudur şimdiye kadar 10 sene dersanelerde ders görmüş olanları da dahil dille ilgili birçok üniversitede okumuş olanları da dahil olmak üzere benim sıfırdan başlayan 100 saatlik müfredatımın ilk 7 saatinin sınavını kimse geçememiştir.

Bazı kurumlar benim seminerlerime casus gözlemci olarak hocalarını yollamışlar hiçbiri bu sınavları geçememiş hatta ismini vermeyeyim. Bazı kuruluşların hocaları durumu itiraf edip müfredatımın öğrencisi olmuştur.

Benim asla bir kıskançlığım yoktur. Allah oldurmasın da amacım hocaların da yetiştirilip bu ülkedeki insanların ömürlerinin İngilizce öğrenmekle geçmesini engellemektir.

Bu müfredatın liselerde az bir krediyle ki, zaten zevkli bir müfredattır, verilerek lise sonda bu işin bitirilmesi herkesin işine bakmasıdır. Her türlü platformda bu müfredat hiç İngilizce bilmeyenlerden oluşacak bir grubu en ileri düzey dahil en tepe noktaya ulaştırmaktadır. Bu yazıyı okuyan güya muhatapların laf salatasını bırakıp derhal grupların kurulmasını ve milli eğitim camiasının da davet edilip sis perdesinin kalkmasına katkıda bulunmalarını rica ediyorum.

Mustafa Özay – Haber 7

İngilizce neden kolaydır izah edeyim

İngilizce neden kolaydır -2

İngilizcenin neden kolay olduğunu; ülkemizde doğru bilinen yanlışlar da diyebileceğimiz birtakım tabiri caizse hurafelerle, dilbilimsel olarak morfoloji, semantik, sentaks, fonoloji ve retorik özellikler açısından da maddeler halinde bir karşılaştırmalar manzumesi yaparak, daha güzel ve herkesin baktığının aksine tarafsız bakarak bir daha ispat edelim…

Serinin ilk yazısında pazar günü bazı katkı severler tarafından faydalı olduğunu düşündüğüm ek bilgiler verilmiş. Bir tanesinde; İngilizcedeki make cook, do work ve take a bath şeklindeki ifadeleri verip, sayın okuyucu demiş ki; “Senim verdiğim İngilizce, İngilizce değil. Dilin mantığını anlamak için o dilde düşünmek lazım!”

Hmmm! Demek ki bana verdiği örnekleri, make cook, do work ve take a bath gibi kendisi kitaptan almamış ve İngilizce düşünerek fark etmiş! Hani eskiden düşünmek için gidilen çilehaneler varmış. O misal kendisi de bir aydınlanma şeklinde fark etmiş olacak!

Oysa idioms sözlüğünü açsa (hatta ona bile gerek yok çünkü basit bir sözlükten anlamını bulacağı kelimelerdir bunlar ) eminim o da sözlükten bulur bu sözleri. Ama karşısındakini zorlayacak ya, aman demek lazım!

Oysa “tümevarım” denen yöntemi bırakın bilmeyi belki de adını bile duymamıştır. Bu yöntem kelimeleri ezberlemek yerine bir çok anlam oluşturmak için yapabileceğiniz basit yöntemlerdendir ve etkili yöntemlerdendir.

Örneğin “get”  fiili!  Yanına herhangi bir sıfatı normal veya ortaç formunda alırsa o sıfatın da anlam olarak katıldığı toplamda bir fiil oluşturur.  Örneğin “wet” “ıslak” demektir! Ama “get wet” “ıslanmak” veya “married” “evli” demektir. “Get married” ise “evlenmek” gibi.

Ben bunları da öğretiyorum, ezberletmiyorum!

Nasıl  kolay değil mi?

Ülkemizde kötü alışkanlık olmuş noktalardan biri de İngilizcede bir kelimenin anlamını bilmenin o kelimeyi İngilizce veya İngilizce dilinde düşünmek olarak algılama saçmalığıdır.

Kişi birkaç kelime öğrenir ve hocası olan İngiliz istedi diye İngilizce düşünmeye başlar!

İngilizce konuşmak ayrı şeydir, İngilizce düşünmek ayrı şeydir!

Bildiğiniz kelime kadar İngilizce düşünüyor, bilmedikleriniz için Türkçe düşünüyorsanız üzgünüm! Ben sadece üzgünüm ama işi bilenler size en uygun şekilde güler haberiniz olsun.

Canlı yayına davet ettiğim ve “İngilizce düşündüğünü ispat etmesi halinde mübarek Ramazanın yüzü suyu hürmetine, kendisi sayesinde 12 fakir öğrenciye ücretsiz 8 ay boyunca dil kursu vereceğim” dediğim sözde İngilizce düşünen Türk vatandaşlarından hâlâ ses seda çıkmaması manidardır…

Ama ben sözümde duracağım ve haber7.com’un belirleyeceği 12 fakir öğrenciye söz verdiğim gibi eylülde açılacak sezonda farklı gruplarda ücret almadan 8 ay kurs vereceğim.  Bizde laf ağızdan çıktıktan sonra esiri olunacak bir olgudur. Bazılarının atıp tuttuğu gibi değildir.

Ülkemizde bazı yerlerde avam bir söz vardır, “nasıl alıştırırsan öyle gider” diye.

Öyle bir ülke düşünün ki üniversiteyi kazanan öğrenciler, okula kayıt yaptırdıktan sonra hemen gidip bir dil kursuna kayıt oluyor!

Birinci sınıf bitiyor, 2.sınıfa geçiyor yine kursa kayıt yaptırıyor!

3. sınıfta  yine yabancı dil kursu arıyor…

Ve 4.sınıfta da  yine İngilizce kursuna gidiyor…

Muhtemelen her gittiği kursta, (çünkü çorap değiştirir gibi kurs değiştiriliyor) hemen kendisine 50 soruluk uyduruk bir boşluk doldurma sınavı veriliyor. “I go to İstanbul” u doğru doldurursa 3. Kurdan,  “I went to İstanbul”u doğru doldurursa 5. kurdan başlıyor…

Ben üniversitede okurken bazı arkadaşlar İngilizce kursuna gidiyordu ve “36 tane kur var” diyorlardı. Sanırım 8’e kadar düşürmüşler..

Düşünsenize,  “ben 18. Kurdayım” veya “İngilizcenin yüzde 18.75 ini biliyorum” demek ne kadar tuhaf değil mi?

Peki, kimse düşünmüyor mu, “benim hayatım İngilizce kursuna gitmekle mi geçecek” diye?

Bütün dünyada bir dili bilmek demek,  o dilde yazmak ve okumak demek iken neden bizde marifetmiş gibi hâlâ konuşmak denir?  Anlayabilmiş değilim!

Aslında anlıyorum ama o kadar anlatmama rağmen yorumlarda hâlâ “sen yanlış biliyorsun, asıl olan konuşmaktır” denmesi de bana manidar geliyor.

Bilimsel olarak da eklemek gerekirse, insanın ağzında zaten dil olduğu (yani fiziksel olarak dil olduğu) kabul edildiği için “engelliler dışındaki insanlar; eğer kuramsal ve formal olarak da öğrenmişse zaten konuşur” dendiği için konuşmak zaten doğal kabul edilir. Dili bilmek denince ise öncelikle okur yazarlık kriter olarak istenir.

Bir sonraki yazımızda yani sesletim, telaffuz, artikülasyon, aksan vs vs karmaşasına değineceğim…