Geri

İngilizce neden kolaydır 2

İngilizcenin neden kolay olduğunu, ülkemizde doğru bilinen yanlışlar da diyebileceğimiz birtakım tabiri caizse hurafelerle, dilbilimsel olarak morfoloji, semantik, sentaks, fonoloji ve retorik özellikler açısından da maddeler halinde bir karşılaştırmalar manzumesi yaparak  olayı daha güzel ve herkesin baktığının aksine tarafsız bakarak bir daha ispat edelim.
Serinin ilk yazısında pazar günü bazı katkıseverler tarafından faydalı olduğunu düşündüğüm ek bilgiler verilmiş bir tanesinde İngilizcedeki make cook, do work ve take a bath şeklindeki ifadeleri verip sayın okuyucu bana şöyle demiş; benim verdiğim İngilizce, İngilizce değilmiş ve dilin mantığını anlamak için o dilde düşünmek lazımmış. Hmmm demek ki bana verdiği örnekleri make cook ,do work ve take a bath gibi kendisi kitaptan almamış ve İngilizce düşünerek eskiden çilehaneler varmış düşünmek için gidilen o misal kendisi de bir aydınlanma şeklinde fark etmiş olacak. Oysa idioms sözlüğünü açıp veya basit bir sözlükten anlamını bulacağı kelimelerdir ve eminim o da sözlükten bulmuş ama karşısındakini zorlayacak ya aman demek lazım.
Oysa tümevarım denen bir olayı bilmek belki de adını duymamıştır. Sizin ezberlemek değil ama kendinizin birçok anlamda normalde anlam oluşturmak için yapabileceğiniz basit yöntemlerden ve etkili olanlardan biridir. Örneğin İngilizcede “get”  fiili yanına herhangi bir sıfatı normal veya ortaç formunda alırsa o sıfatında anlam olarak katıldığı toplamda bir fiil oluşturur. Örneğin “wet” “ıslak” demektir. Ama “get wet” “ıslanmak” veya “married” “evli” demektir. “get married” ise “evlenmek” gibi. Ben bunları da öğretiyorum, ezberletmiyorum. Nasıl ama kolay değil mi?
Ülkemizde kötü alışkanlık olmuş noktalardan biri de İngilizcede bir kelimenin anlamını bilmenin o kelimeyi İngilizce veya İngilizce dilinde düşünmek olarak algılama saçmalığıdır. Kişi birkaç kelime öğrenir ve hemen hocası olan İngiliz istedi diye İngilizce düşünmeye başlar. İngilizce konuşmak ayrı şeydir İngilizce düşünmek ayrı şeydir. Bildiğiniz kelime kadar İngilizce düşünüyor, bilmedikleriniz için Türkçe düşünüyorsanız üzgünüm ama bunu duyan size en uygun şekilde güler. Canlı yayına davet ettiğim ve İngilizce düşündüğünü ispat etmesi halinde mübarek ramazanın yüzü suyu hürmetine kendisi sayesinde 12 fakir öğrenciye ücretsiz 8 ay boyunca dil kursu vereceğim dediğim sözde İngilizce düşünen Türk vatandaşlarından hala ses seda çıkmaması manidardır. Ama ben sözümde duracağım ve haber7.com’un belirleyeceği 12 fakir öğrenciye söz verdiğim gibi eylülde açılacak sezonda farklı gruplarda ücret almadan 8 ay kurs vereceğim bizde laf ağızdan çıktıktan sonra esiri olunacak bir olgudur. Bazılarının atıp tuttuğu gibi değildir.
Ülkemizde bazı yerlerde avam bir söz vardır nasıl alıştırırsan öyle gider diye. Düşünün öyle bir ülke ki üniversiteyi kazanan öğrenciler okula kayıt yaptırdıktan sonra hemen gidip bir dil kursuna kayıt oluyor.
Birinci sınıf bitiyor. 2.sınıfa geçiyor yine kursa kayıt yaptırıyor. 3.sınıfta  yine ve 4.sınıfta da  yine İngilizce kursuna gidiyor ve muhtemelen her gittiği kursta , çünkü çorap değiştirir gibi kurs değiştiriliyor hemen kendisine 50 soruluk uyduruk bir boşluk doldurma sınavı veriliyor. “I go to İstanbul” u doğru doldurursa 3. kurdan “I went to İstanbul” u doğru doldurursa 13. kurdan başlıyor ( bu arada ben üniversitede okurken bazı arkadaşlar İngilizce kursuna gidiyordu 36 tane kur var diyorlardı. Allahtan düşüre düşüre sanırım 8 e düşmüş). Düşünsenize ben 18. kurdayım demek veya İngilizcenin yüzde 18.75 ini biliyorum demek ne kadar tuhaf değil mi? Peki kimse düşünmüyor mu benim hayatım İngilizce kursuna gitmekle mi geçecek diye? Bütün dünyada bir dili bilmek demek o dilde yazmak ve okumak demek iken neden bizde marifetmiş gibi hala konuşmak denir.
Anlayabilmiş değilim aslında anlıyorum ama o kadar anlatmama rağmen yorumlarda hala sen yanlış biliyorsun asıl olan konuşmaktır denmesi de bana manidar geliyor. Bilimsel olarak da eklemek gerekirse insanın ağzında zaten dil olduğu yani fiziksel olarak dil olduğu kabul edildiği için engelliler dışındaki insanlar eğer kuramsal ve formal olarak da öğrenmişse zaten konuşur dendiği için konuşmak zaten doğal olarak kabul edilen olduğu için dili bilmek denince öncelikle okur yazarlık kriter olarak istenir.
Gelelim fonoloji yani sesletim, telaffuz, artikülasyon, aksan vs vs karmaşasına. Eskiden ama 15-18 sene önce falan ismi lazım değil bir İngilizce kursuna daha önce gitmiş olan birkaç kişi bana İngiliz gibi telaffuz yapamayacaklarsa İngilizce öğrenmenin anlamsızlığından kendilerine bahsedildiğini söylemişlerdi vay canına. Bunu başkalarından da duymuştum.
Buna göre bu şu demektir; Ülkemizde İstanbul Türkçesi konuşmayan tabii İstanbul Türkçesiyle demek istediğimi kaç kişi anlar yaşlarından dolayı bilmem o zaman asla İngiliz gibi telaffuz edemeyeceği için (zaten edemezsiniz de) İngilizce öğrenmesin diye bir söylem çıkar. Tabii İstanbul Türkçesine gelirsek artık öyle bir şey yok ama olsa bile bu çok saçma sapan bir söylemdir. Bu yüzden çoğu kursta işin özünden vazgeçip ağızlarını burunlarını şekilden şekle sokan sanki ses sanatçısı olacaklar da şan dersi alıyorlar gibi insanlarla kafa bulunmaktadır. Bakın kendi ülkesinde ne olduğunu ne iş yaptığını bilmediğim bir kurumun İngiliz hocası “siz sadece tanışın biraz 5-6 kelimelik cümleler kurun biraz da kurulanı anlayın yeter” demişti. Ben de ona ne dediğimi geçen çarşamba  günkü yazımda ifade etmiştim.
Telaffuzla aksan farklı şeylerdir. Siz bir dili ana diliniz de dahil belli şekilde telaffuz edersiniz ama eğer aksanınız varsa o aksan bu telaffuza eklenir. Ülkemiz bu konuda maşaallah diyeceğimiz güzel bir örnektir. Kuzeyi güneyi doğusu batısı herkes Türkçeyi telaffuz eder ama bazı kesimlerin kendi aksanı vardır ama hepimiz diğerinin ne dediğini anlar. Hatta Türki cumhuriyetlerde yaşayanların Türkçelerini bile anlarız önemli olan Türkçe konuşmak olsun. Ama İngilizce İngilterede ve Amerikada bırakın ülke çapında aynı olmayı şehirden şehire ve mahalleden mahalleye farklılaşır.

Deyim ve ibaresel kullanımları insanların önüne dil bilmek veya İngilizce düşünmek diye atan zihniyete ne desek yeridir. Yani biz şunu mu istiyoruz önümüze gelenle 5 dakika tanışalım yerebatan sarnıcını sorana yolu tarif edip başımız önde ortadan kaybolalım.
Sentaks olarak bakarsak yani söz dizimi ve cümle yapısı olarak da bakarsak İngilizce gerçekten amiyane tabiriyle çok serbest takılan bir dildir. Örneğin “There is a book on the table” diyebileceğiniz gibi “On the table is a book” da diyebilirsiniz.
“I saw my friend yesterday” diyebileceğiniz gibi  “my friend ı saw yesterday” de diyebilirsiniz veya kelime grubu olarak “many books” demek yerine “many a book” da diyebilirsiniz. Özellikler teoloji yani dini terimlerle ilgili İngilizce literatürü bu konuda çok önemlidir. Diyanet yetkilileriyle yaptığımız birkaç görüşmede en yakınılan nokta şuydu:
“Her sene yurt dışına 500-600 kişi gönderiyoruz ama gidenler ya Türklere ya Araplara vaaz veriyor” diyorlar. Onlar zaten dini İslamı biliyor. Önemli olan bir Almana bir İngilize halktan bir yabancıya islamı anlatabiliyor muyuz mesele bu.
Oysa bir teoloji terimlerine dayalı bir İngilizce müfredat olsa ve dünyada tek olsa ve bitiren kişi sadece İngilizceyi öğrenmekle kalmasa ayrıca gidip bulunduğu ortamlarda islamı Kuranı hadisleri vs bir yabancıya anlatsa iyi olmaz mı?
 Evet bizi izlemeye devam edin derim inşallah seneye bu zaman dünyadaki ilk teoloji terimlerine dayalı İngilizce müfredatı hazır olmuş olacak.
Devam edeceğiz. Saygılar

Mustafa Özay